27 Mayıs 2017 Cumartesi

Padişahların görev ve yetkileri nelerdir?

Osmanlı Padişahlarının aslî görevleri "Halife-i Müslimîn" olarak Dârü'l-İslâm'ı Dârü'l-Harb'e karşı savunmak, diyâr-ı küfr'de "ilâ-yi Kelimetullah"1 yapmaktır. Bu da fetihler yaparak da İslâmlığın yayılmasını gerektirir.

Kayıtlarda "mirî arazî" olarak anılan ülke toprakları devlete aittir. Ancak devletin tüzel kişiliğini Padişah temsil ettiği için kuramsal olarak onun şahsî mülküdür. Tatbikatta ise devletin tüzel kişiliğine vekâleten vesâyet eder. 

Dolayısıyla bu dolaylı tasarrufu sırasında arazî üzerinde yaşayan, onu ekip, biçen reâyâ'ya İslâm'ın hakkaniyet ilkelerine de uygun olarak davranmak zorundadır. Adaletli davranmayı ise Şer'î ve örfî hukuku uygulayan kadılar aracığıyla sağlayacaktır.

Diğer taraftan Padişah Osmanlı ülkesini mirî toprak rejimine uyarak ve vakıf arazîleri kollayarak yönetmeli, devlet mülkünü koruyabilmek için özel mülkiyet hakkını kişilere son derece kısıtlı olarak vermelidir.

Halife olarak elden geldiğince İslâm birliğini koruması gerekir. Mekke ve Medine'ye özel ihtimam göstermeli, müslümanların Hac farizalarını rahat ve korkusuzca ifa edebilmelerini sağlamalıdır.

Ehl-i İslâm'ın, eshab-ı küfr karşısında iktisadî ve askerî bakımlardan dûn (aşağı) vaziyete düşmesini önlemelidir.

Padişahın irâdesi kanundur. Dolayısıyla herhangi bir uygulamayı kendi istediği biçimde çözümletecek bir hukuk kuralıdır. Kamu düzenini ve yönetimi "Padişahî hukuk" (ya da örfî Osmanlı hukuku) sağlar, ancak bu hukukun hükümleri şer'î hukukun kriterleri dışına çıkamaz ve onun kurallarına karşı olamaz. 

Başka bir deyişle Padişahın kanun sayılan emirleri de şer'î hukukun bir tür vesâyeti altındadır. Üstelik uygulamada, Padişah yalnız şer'î hükümlere uymakla yükümlü değil, ecdadının çıkardığı kanunlarla, örneğin Teşrifat-ı Kadîme gibi bazı geleneksel kurallar ile de sınırlanmıştır.

1. İslâm'ın Tevhîd inancını yüceltmek ve yaymak.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder